14 Kasım 2013 Perşembe

Müşteri kimdir?

"A customer is the most important visitor on our premises.
He is not dependent on us. We are dependent on him.
He is not an interruption in our work - he is the purpose of it.
We are not doing him a favour by serving him.
He is doing us a favour by giving us the opportunity to serve him."

- Mahatma Gandhi                                             

13 Ağustos 2013 Salı

Konuşun! Susmak öldürür...

Bir önceki yayınımda (Öyle Bir Söz) Yunus Emre'nin o güzel şiiri vesilesi ile söz'ün ehemmiyetini sizlere aktarmıştım. Söz itinayla seçilmeli, ve gerekmedikçe kullanılmamalı. Lakin bu, suskun olmak ve sadece seyirci olmalı manasına gelmiyor. İhtiyaç anında işte o söz bir kalem gibi, kılıç gibi kullanılabilmeli. Bu noktada, sayın Lütfullah Kutlu blog'unda yayınladığı bu husustaki kıymetli analiz çalışmasını paylaşmak çok isabetli olur. Buyrun birlikte okuyalım: KONUŞUN..! SUSMAK ÖLDÜRÜR..!

25 Temmuz 2013 Perşembe

Öyle Bir Söz

Yunus Emre'nin beni çok etkileyen bir şiiri var bugün zihnimde, hep dilime gelip duruyor. Hani kimi insanların o bir mısrasını alıp her yerde söylediği... Lakin benim için o bir mısradan ziyade şiirin tamamı çok derin mânâ ifade ediyor.
Buyrun o şiiri Antoloji.com'dan birlikte okuyalım:


Keleci bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz

Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı
Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz

Kelecilerin pişirgil yaramazını şeşirgil
Sözün us ile düşürgil dimegil çağ ede bir söz

Gel ahî ey şehriyâri sözümüzü dinle bâri
Hezâr gevher ü dinârı kara taprağ ede bir söz

Kişi bile söz demini demeye sözün kemini
Bu cihân cehennemini sekiz uçmağ ede bir söz

Yürü yürü yolun ile gâfil olma bilin ile
Key sakın ki dilin ile cânına dağ ede bir söz

Yûnus imdi söz yatından söyle sözü gayetinden
Key sakın o şeh katından seni ırağ ede bir söz




Ne güzel demiş Koca Yunus... Demiş amma, 700 sene önce yaşamış olan Yunus Emre'nin bize söylediklerini sözlüğe bakmadan anlamaz haldeyiz... Hoş, ingilizler de Şekspir'den kalan eserleri Shakespeare Glossary adlı özel sözlüğe bakmadan anlayamazmış...  Siz iyisi mi teferruatını benim de yaptığım gibi, Yağmur Dergisinden okuyun: Öyle Bir Söz, Muhittin KÜÇÜK, Yağmur Dergisi Ekim - Kasım - Aralık 2002

25 Haziran 2013 Salı

En Büyük Eserin Sensin - Başarının Psikolojisi

Bugün size sayın Ali Karakuş'un bir kitabını tanıtmak istiyorum dostlar. Şahsen çok istifade ettiğim bir kitap. Sıradan bir "kendine hedef koy, çok çalış, ve başarıya ulaş" kitabı değil bu, daha çok insanın kendiyle yüzleşmesini ve kendi kişiliğinin analizini yapabilmesini sağlayacak bir kitap. Öyle ki, şimdiye kadar okuduğum kitaplar arasında "İşte bu" dediğim üçbeş kitaptan biri... Eminim ki siz de kitapta istifade edebileceğiniz hususlar bulacaksınız...

Buradan sonrasını kitap kapağından alalım:
Hayatınızda bir şeyler eksik mi acaba?
  • İşinizin, hatta hayatın zor ve mücadeleyle dolu olduğunu düşünüyor musunuz? 
  • Kendinizi zamanınızın yüzde kaçında sağlıklı, enerjik, güçlü, neşeli ve hayat dolu hissediyorsunuz? 
  • Olumlu, yapıcı ve kalıcı ilişkiler yaratabildiğinizi ve yaşadığınızı hissediyor musunuz? 
  • İçinizden bir ses zaman zaman "hayır işimden, hayattan beklediğim bu değil" diyor mu? 
  • Hiç gerçekleşmesini istediğiniz bir şeylerin sizin kontrolünüzün dışında olduğunu hissediyor musunuz? 
  • Yaptığınız her şeyin yüzde kaçı sizin için anlamlı ve keyifli görünüyor? 
  • Para için endişeleniyor musunuz? 
Yukarıdaki sorulara verdiğiniz yanıtlar sizi memnun etti mi?
Yoksa bir şeylerin farklı olmasını mı arzu ederdiniz?

17 Haziran 2013 Pazartesi

Medya nedir?

Gördüklerimiz acaba gerçekte olanlar mı, yoksa bize gösterilmeye çalışılanlar mı?

Objektif diye anlatılan yorumlar ne kadar objektif, kime göre objektif, neye göre objektif? Bunların objektif olup olmadığına kim karar verir?

Merak içindeyim?

7 Haziran 2013 Cuma

Şekerin tarihçesi


Günlük hayatta herkesin kullandığı, çoluk çocuğun elinden düşürmediği, yakın zamana kadar uzmanların faydalı olduğunu söylediği güzel görünümlü şekerler hiç de öyle masum değilmiş. Aksine çok kanlı bir tarihi, ve sıhhate de büyük zararı varmış...

Peki:

- Endüstriyel devrimin gelişimindeki tetikçi en büyük unsurun bildiğimiz çay şekerinin olduğunu,

- bu şekerin hammaddesi olan şeker kamışının da çok altın bulup zengin olma hayaliyle yanıp tutuşarak Amerika kıtasına giden Avrupalılar tarafından "belki orada yetişir" umuduyla götürüldüğünü,

- şansına orada şeker kamışının ekimine müsait iklim olduğundan verimin çok olduğunu,

- bunun için yerli kabilelerin katledilip onların yaşam alanlarının da şeker kamışı ekimi için kullanıldığını,

- hatta Osmanlı'nın gerileme döneminde şekerin etkisinin büyük olduğunu,

- daha sonraları, şeker kamışının aksine sulak arazide yetişen şeker pancarının o zamanlar hayvan yemi olarak kullanılmakta olup çok sonraları Almanlar tarafından şeker imalatında kullanılabileceğinin bulunduğunu

biliyor muydunuz?


Detaylar için okuyun lütfen...
Kronik hastalıkların temel nedeni olan şekerin kısa tarihi


Farklı bir anlatım için de şurayı okuyun lütfen...
 Şekerin kanlı tarihi

17 Mayıs 2013 Cuma

3 öğün yemek yemeye ne zaman başladık?



Milliyet Haber'de yayınlanan bir haberde bir günde yemeyi normal karşıladığımız öğün sayısının tarihçesinden bahsediyor.

3 öğün yemek yemek, BBC’nin haberine göre sadece birkaç yüzyıllık bir alışkanlıkmış... Antik Roma’da tek öğün yeniyormuş, 17’nci yüzyılda zenginler kahvaltıyı başlatmış, ve öğle yemeğini de sanayi devrimiyle birlikte işçiler başlatmış.

Hep birlikte okuyalım:
3 öğün yemek yemeye ne zaman başladık?



Bizde peki bu değişim nasıl olmuştur dersiniz?

Beslenme Bülteni'nde yayınlanan bir makalede "Osmanlı mutfak kültüründe öğünler nasıldı?", ve sonrasında "Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş sürecinde nasıldı?" konularından bahsedilmiş.

Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü Öğretim Görevlisi Özge Samancı'nın Osmanlı sarayının mutfak kayıtlarından aktardığına göre, Osmanlı toplumunda günde iki kez olmak üzere; sabah 10:00-11:00 saatleri arasında subh (sabah, kuşluk) taamı, ve güneş batmadan hemen önce, yani saat 16:00 ile 18:00 arası mesa (akşam) taamı arası yerlermiş. Bunun haricinde, sabah erken vakitte yapılan kahvaltı (kahve içmeden önce mideyi rahatlatmak için yapılan ufak tefek atıştırmalar) dışında esas bir öğün Osmanlı mutfak kültüründe yokmuş.

Samancı, Modernleşme ve sanayileşme ile birlite bu alışkanlığın yavaş yavaş değiştiğini, ve hatta 1917 yılında yayımlanmış Bilgi Yurdu Işığı adlı kadın dergisindeki bir makalede yazarın, günde kaç öğün yenmesi gerektiğini anlatarak, herkesin iş durumuna göre saat 6:00 ile 9:00 arası yapılması gereken sabah kahvaltısında, öğle ve akşam yemekleri gibi özenle kurulmuş bir sofrada ailece bir araya gelinmesi gerektiğini; ayrıca resmi dairelerde memurlar için öğle tatili saat 12:00 olarak belirlendiğinden beri ailelerin de yemek zamanlarının buna göre düzenlediğini dile getirdiğini aktarmış. Ayrıca günde iki kez olmak üzere sabah 11:00 ve akşam 18:00’de yemek yemenin medeni hayat için uygunsuz olduğuna dikkat çeken yazar, bu saatlerin iş zamanını kapsadığını belirtmiş.

Daha teferruatlı bilgi için Beslenme Bülteni'nden okuyalım:
Günde kaç öğün yemeliyiz?

Ve Beslenme Bülteni'ninin referans verdiği Dünya Gıda sitesindeki yazıya da bir göz atalım:
Türk kahvaltı kültürüne doğru, kısa bir keşif yolculuğu

Padişah yemek yerken:
Misafir sofrası:
Bu da aşçıbaşı olsa gerek :)
Sıhhatiniz ve afiyetiniz bol olsun.
Afiyet olsun...


8 Mayıs 2013 Çarşamba

30 farklı kültüre ait vasat ailelerin diyeti ve haftalık mutfak harcamaları

Dünyanın dört bir yanından 30 farklı kültüre ait vasat ailelerin diyeti ve haftalık mutfak harcamaları fotoğraflarıyla birlikte yayınlanmış. İncelemek için lütfen şuradan buyrun:
The great global food gap: Families around the world photographed with weekly shopping as they reveal cost ranges from £3.20 to £320

Kuzey Afrika'nın Çad Cumhuriyetinden Aboubakar ailesi: haftalık mutfak masrafı ortalama £37

İstanbul'dan Çelik ailesi:  haftalık mutfak masrafı ortalama £93

Almanya'dan Melander ailesi: mutfak masrafı ortalama £320

7 Mayıs 2013 Salı

Türk dizilerinde ve dünyada subliminal mesajlar

Türk dizilerinde ve dünyada subliminal mesajlar, Kürşad Berkkan canlı yayından...
http://www.youtube.com/watch?v=GLsE6pRqsRE
Not: Teknik bir nedenle embed edemedim, afedersiniz.
Biz elhamdülillah geçinip gidiyoruz işte... Ama Allah'ım videoda bahsedilen şeylere maruz kalan ülkelere kolaylık versin...

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Bilinçaltı (subliminal) meselesine dair yine


Bu da bulduğum bir başka kaynak. Daha farklı noktalara da değiniyor:
50 ülkede yasak ama Türkiyede serbest

Haberlere bile çıkmış vaziyette, lakin devlet kurumları bu konuda bildiğim kadarıyla hiçbir şey yapmış değil. Lütfen videoyu izleyin...



Tövbe estağfurullah...

Siz iyisi mi şu videoyu da izleyin:

Şöyle birşey bile var, çok aptalca bulduğum bir şarkıya dair. Ama çok yaratıcı değil mi?

Şu video da bi yerden tanıdık gelmiyor mu?...

Bunların yanısıra çizgi filmlerde bol bol masonik işaretler, ve birtakım tarikatlara ait davranış biçimleri uygulanıyor... Maalesef hedef kitle genellikle zihinleri bilumum fesattan arî masum çocuklar. Yazık...

Bu da filmlerden...


Şunu da ihmal etmemek lazım tabi...
Peki doğru söze ne denir?


Şu fotoğraftaki işaretler bile bir mana içebilir mi acaba diye insanın aklına gelmiyor değil... :(

Ne diyeyim, Allah taksiratımızı affetsin, neslimizin ve ahlakımızın devamını nasip etsin inşallah...

Bilinçaltı, Gizli Hipnoz, ve görsel uygulamalar

Gündelik hayatımızın içinde, her an ve her yerde, farkına varmadan yaşadığımız ya da maruz bırakıldığımız gizli hipnoz ile alakalı şu yazıyı okuyabilirsiniz: GİZLİ HİPNOZA DİRENMENİN YÖNTEMLERİ
Not: Linkini verdiğim sitede de bilinçaltına yönelik mesajlar verilmekte olduğu aşikar, değil mi? 

Ticari kaygılarla, etik kelimesinin her tarafa çekilebilir ve her manaya gelebilir bir kelime haline getirilmesinden beridir her yerde gizli hipnoz uygulamaları karşımıza çıkabilmekte, ve bilinçaltımız korunmasız bir çocuk gibi her türlü telkine açık hale gelebilmektedir. Bizim yapabileceğimiz en iyi şey bu tarz uygulamaların farkında olmak, ve kirli oyunlardan uzak tutmaya çalışmaktır.

Gizli hipnoz uygulamalarından bazıları şurada anlatılmıştır: GİZLİ HİPNOZA DİRENMEK - Görsel uygulamalar
Not: Linkini verdiğim sitede de bilinçaltına yönelik mesajlar verilmekte olduğu aşikar, değil mi? 






Eminim ki verdiğim linkte anlatılanlar ve yukardaki fotoğraflar iyice ayyuka çıkanlardır, ve Allah bilir, daha hangi başka yöntemler vardır... Dine saldırı niteliği taşıyan bilinçaltı mesajlar içerem karikatür bile yapmışlar...


Bir başka kaynaktan aldığım yorum ise şu şekilde:
Subliminal mesaj veya bilinçaltı mesaj, başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesajdır ve normal insan algısı limitlerinin altında kalmak, o anda fark edilmemek üzere tasarlanmıştır. Subliminal mesajlar insanın bilinçli dikkati tarafından fark edilemezler, ancak bu mesajların insanın bilinçaltını etkiledikleri ileri sürülmektedir. Subliminal teknikler reklamcılık ve propaganda alanlarında sıklıkla kullanılmaktadır. Dizilerde veya filmlerde karakterlerin içtiği içecek markaları, kıyafetleri subliminal mesaj örneklerindendir. Bu tekniklerin amaçları, etkisi, kullanım sıklığı ve rekabet gibi konularda ahlaka uygunluğu konuları tartışmalıdır. Marka ve ürünlerin pazarlamasından toplumun ilgi , ihtiyaç ve algısını değiştirmeye kadar bir çok konuda kullanılmaktadır. Bir kişiyi kurumu ya da ürünü kötü göstermek için o şey ile kötü olan bir nesnenin aynı temada işlenmesi subliminal mesajın en yaygın kullanılma şeklidir. Şu ana kadar yapılan çalışmalar neticesinde en bilinçli ve defansif kişiler bile bu mesajları ilk bakışta %100 olarak çözememektedir. Bu da toplumlarımızı yönlendirmeli reklamlara karşı savunmasız bırakmaktadır.


İşin en iğrenç ve vahim boyutu, bu mesajların çizgi filmlerle sabi çocuklara da uygulanması...


Ege'de balık çiftlikleri


Ege denizinde son yıllarda balık çiftliklerinin ne kadar ciddiyetsiz ve sorumsuz bir biçimde çevreyi tahrip ettiklerini, ve sayılarının da bir o kadar kontrolsuz artışını Sayın Özkan Gülkaynak'ın gözlem ve yorumları ile okumak için lütfen şuradan buyrun: EGE'DE BALIK ÇİFTLİKLERİ

3 Mayıs 2013 Cuma

Tuz hikayesi

Bu tuz hikayesi vaktiyle annemin anlattığı ve benim zihnimde yer eden hikayelerdendir: :)


Eski zamanlarda tuz çok kıymetli imiş, ve şimdiki gibi bakkalda markette satılmazmış. O zamanlarda bir köy yerinde çok saf ve cömert bir kadın varmış. Kadının kocası evde tuz bittikçe eşeğine binip tuzlaya gider ve bir eşek yükü tuz getirirmiş. Ne var ki kocanın tuz getirdiğini gören konu komşu hemen eve üşüşür, ve kadını yağlayıp ballayıp tuzu tabiri caizse yağmalarlarmış.

E haliyle evdeki tuz da tez vakitte bitermiş. Gariban koca yine binbir zahmetle tuzlaya gider, ama yine eve getirdiği tuzlar çabucak tükenirmiş. Bir, üç, beş, derken  bu işten illallah diyen koca bir gün evde tuz bitince hanımına kızmış. Hatun, demiş, bugün benim işim var, bu sefer de tuzlaya sen gidiversene...


Kadın seher vakti binmiş eşeğe, ve tutmuş tuzlanın yolunu. Aman nasıl bir yol... Kadıncağız dereler tepeler aşmış, toz toprak yollardan geçmiş... Sıcak dersen bi yana... Tuzlaya varıp bir eşek yükü tuzu yüklemiş, gerisin geri aynı yollardan geçip akşam üzeri kan ter içinde köye gelmiş.

Komşular hemen damlamışlar kadının evine, ellerinde boş tuz kaplarıyla. Ama bu sefer yer mi kadın aynı numaraları! Demiş ki tebelleş olan komşulara:

Gördüm tuzlanın yokuşunu,
Sahrayı geçişini,
Ben tuzumu veremem,
Er tuzunu bilemem...

30 Nisan 2013 Salı

The Cold War

NTV'de yayınlanan soğuk savaş belgeselinin bir bölümünü tesadüfen izledikten sonra biraz araştırınca Oliver Stone'un yapımcılığını üstlendiği 10 bölümlük belgesel ile alakalı şu video'yu izlemenizi tavsiye ederim.


İncir ve Üzüm: Tanrıların meyvesi, şeytanın yöntemi

Çok şifalı olan nimetler üzerinde insanların gözünü boyayıp ekonomik çıkar sağlamak için nasıl oyunlar oynandığını öğrenmek için lütfen Kuraldışı Dergi'de yayınlanan Pınar Kaftancıoğlu'nun şu yazısını okuyun: İncir ve Üzüm: Tanrıların meyvesi, şeytanın yöntemi

 


26 Şubat 2013 Salı

Niteliksiz İnsanlar Neden Çabuk Yükselir


Niteliksiz İnsan
Niteliksiz insanlar neden daha çabuk yükselir, hiç düşündünüz mü? İşte bunun üzerine yapılan bilimsel bir çalışmanın ayrıntıları:
Dunning-Kruger sendromu (Psikolojide Nobel ödülü alan çalışma)
Psikolog Justin Kruger ve David Dunning’in tarihe geçmelerine vesile olan teorileri özetle, “cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır” der.
Metin çözme, araç kullanma, tenis oynama gibi çeşitli alanlarda yapılan araştırmaların sonucunda şu bulgulara ulaşılmıştır:
- Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
- Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.
- Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
- Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar..
Değerlendirme zaafı:
İki uzman daha sonra, bu teorilerini test etme fırsatı da buldular. Cornell Üniversitesi’ nden 45 öğrenciye bir test yaptılar, çeşitli sorular sordular. Ardından öğrencilerden “testin sonucunda ne kadar başarılı olacaklarını tahmin etmelerini” istediler.
En başarısızların (yani sadece yüzde 10 ve daha az doğru cevap verenlerin), testin yüzde 60′ına doğru cevap verdiklerine, ayrıca iyi günlerinde olsalar yüzde 70′e ulaşabileceklerine inandıkları ortaya çıktı.
En iyilerin (yani en az yüzde 90 doğru sonuç alanların) en alçakgönüllü denekler olduğu (soruların yüzde 70′ine doğru cevap verdiklerini düşündükleri) görüldü.
Not: Dunning ve Kruger bu çalışmalarıyla 2000 yılında Ig Nobel de kazandılar.
Çalışan, kendi kapasitesini değerlendirmekten ve eksikliğini teşhis etmekten acizdir. Ama asıl vahim olan, bu “yetersizlik + haddini bilmeme” kokteylinin, mesleki açıdan, karşı koyulmaz bir itici güç oluşturması. Kariyer açısından bir eksiyken, artıya dönüşmesi.
İşinde çok iyi olduğuna yürekten inanan “yetersiz”, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve haddi olmayan görevlere talip olmaktan en küçük bir rahatsızlık duymayacaktır. Aksine bunu bir “hak”olarak görecektir.
Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar ise çalışma hayatında “fazla alçakgönüllü” davranarak kendilerine haksızlık edecekler, öne çıkmayacaklar, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmayacaklar, kıymetlerinin bilinmesini bekleyecekler (ve bilinmeyince için için kırılacaklar ve kendilerini daha da geriye çekecekler) ve muhtemelen üstleri tarafından “ihtiras eksikliği” ile suçlanacaklardır.
Sonuçta, “kifayetsiz muhterisler” her zaman ve her yerde daha hızlı yükselecekler ve daha yukarılara çıkacaklardır.
Etrafınıza bir bakın, uzmanlara hak verecek misiniz ?
Dr. Serra Menekay Öncel